Önümüze ve özümüze en büyük darbeyi vuran, bir türlü aşılamayan garabet komisyon. Damgasını vura vura bugünlere kadar geldi.
1949 da, İsmet İnönü döneminde kurulan bir komisyondur bu.
Çoğu insan bilmese de, kısaca eğitim sisteminin Amerika’ya teslim edilme anlaşması diyebiliriz.
Fulbright Eğitim Komisyonu.
Sekiz kişilik bir komisyon. Dördü Türk, dördü Amerikalı'dan oluşan bir komisyon..
Bu komisyonun görevi; Türkiye'deki ilkokul, ortaokul ve liselerde okutulacak derslerin tamamının müfredatını hazırlamak. Yani okullarımızda hangi kitapların, o kitapların içinde nelerin olacağına karar veren bir komisyondur bu. Geleceğin teminatı olan gençliğin beynine nelerin gireceğine işte bu Amerikalı'ların da olduğu komisyon tarafından belirlenmektedir.
Dün ne ise, bugün de aynı şekilde devam eden bir vak'adır aynı zamanda..
Bu komisyon varlığını sürdürdüğü müddetçe, iktidara kim gelirse gelsin, Milli Eğitim Bakanı kim olursa olsun, hiçbir anlamı olmayacaktır.
Yıl 2025.
Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Sistemi hala bu komisyonun etkisindedir.
Bugün ülkemizin dört bir tarafı üniversiteler ile dolmuştur. Amaç sadece üniversite açıp, üniversiteli diploma sahibi sayısını artırmak olmasa gerektir.
Türkiye’de halihazır tam 209 üniversite vardır.
Bunun 131 tanesi devlet üniversitesi, 78 tanesi ise vakıf üniversitesi olarak faaliyet gösteriyor.
Nüfusu hızla büyüyen, geçiş yolları üzerinde olan, Avrupa, Asya ve Afrika'nın kesiştiği bir noktada bulunan Türkiye, tarihten gelen misyonunu da göz önüne aldığımızda, 30 milyon km2 ye, 1.5 milyarlık bir nüfusa da etki eden durumda. Gittikçe yaşlanan, 800 milyonluk Avrupa, yetişmiş insan gücünün dibinde gezen Ortadoğu coğrafyasını da hesaba kattığımızda, potansiyelin büyüklüğünü de görmek mümkündür.
2024 verilerine göre 209 üniversitede 7 milyonu aşan bir öğrenci vardır. Bu, ülke nüfusunun neredeyse % 8 i demektir yani. Dünyada hangi ülkeyi ele alırsanız alın, böyle bir tablo bulmak imkansızdır.
Peki bu kadar çok üniversite, ne yapıyor?
Dünyada başarı oranına göre her sene ilk 500 üniversitenin adı açıklanır. Bilin bakalım Türkiye’den kaç üniversite bu sıralamaya girmektedir?
H İ Ç !
Beğenmediğimiz İran'dan, Suudi Arabistan'a, Brunei'den, Lübnan'a kadar bir çok ülkenin üniversitesi her sene bu sıralamaya girerken, koskocaman Türkiye’den sadece bir kaç üniversite ara ara sıralamanın sonlarında yer bulabilmiş vaziyette.
Onlarca üniversitesi her sene listelere giren İngiltere'de 144 üniversite var biliyor musunuz?
Üniversiteler artık Türkiye’de diploma alma merkezi haline gelmiş vaziyette. Öğrencilerin en az % 80 inin tek gayesi bu. İlim, bilim, üretme diye bir amaç ortadan kalkmış.
Netice olarak da, malesef yarınları yönetecek insanları yetiştirmiyoruz.
Bu, hayatın her alanına sirayet etmiş vaziyette.
Diplomalı işsizler ordumuz var. Sadece diplomalı işsiz olsa yine iyi, okuduğu okuldan bîhaber bir ordu bu aynı zamanda. Ruh yok, bilinç yok, amaç hiç yok. Aile istedi diye zoraki okunan bir okul, okulun sonunda duvara en pahalı çerçeve ile asılan bir kağıt parçası.
Diplomalı birine siz tarımdan, hayvancılıktan, sanayide tornadan, inşaatta tuğladan, denizde balıktan, yazda sıcaktan, kışta soğuktan bahsedemezsiniz.
"Biz zamanında" demeye durun zaten. Alacağınız cevap ; "hangi devirde yaşıyorsun" ile başlar hale gelmiştir.
Kafeler, avmler en müdavimi oldukları alanlar. Hele bir de buna, çağın en büyük işgal aparatı akıllı telefon denilen illeti de eklendiniz mi, görün siz durumun vahametini boyutunu...
Kütüphaneler, Camiler, laboratuvarlar bomboş!
Diploma çılgınlığı, kurumlardan tutun da, siyasete kadar malesef sirayet etmiş durumda. İçi boş, duvarında çerçevesi bol olanların, liyakatin, ehliyetin, becerinin önüne çoktan geçmiş halde. Bu absürt durum malesef her an biraz daha artarak devam ederken, ilerleme ve zaferi de her geçen gün geriye götürmekten başka bir işe yaramamaktadır. Hele, bir dönem peynir ekmek gibi dağıtılan ünvanlar ile de, kalite, başarı dibe vurmaya doğru gitmektedir.
Acilen bu handikaptan çıkmak zaruridir.
Bunun tek çıkış yolu vardır ; Gelecek nesilleri yetiştirecek nesiller yetiştirmek.
Malesef Türkiye fiilen işgal edilmemiştir. Bu Necip Millet, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da asla müsaade etmeyecektir. Lakin fiilen işgal edilemeyen Ülkemiz, zihnen işgal edilmiş vaziyettedir. Kitap okumak diye bir kavram artık gençlerin literatüründe bulunmuyor. En büyük tehlike işte budur.
Yusuf Kaplan'ın bir amacı var.
Kısa vadede umutsuz olsak da, orta ve uzun vadede son derece ümitvar olmak adına, öncü kuşakları yetiştirecek kuşakları yetiştirmek.
Bu ne demek?
Eğer bugünden başlar isek, yarınlarımızı emanet edeceğimiz kuşakları yetiştirmek.
Ancak burada en önemli husus; adam yetiştirmek için çalışmak değildir. Asıl hedef ; ADAM YETİŞTİRECEK ADAMLARI YETİŞTİRMEKTİR.
MTO; Medeniyet Tasavvuru Okulu işte bunun için vardır. Bugün 60 a yakın ülkede, 81 vilayette, 57 bin talebesi olan bir okuldur MTO.
Nedir amaç ; OKUMAK. Okuyarak dokunmak. Okutarak yoğrulmak. Kısaca; Dert sahibi olmaktır amaç.
Başımızda Demokles'in kılıcı gibi duran Fulbright'ten kurtulmanın, bomboş kafaları dert sahibi yapmanın, diploma çöplüğünden kurtulmanın, hasılı, binlerce yıllık mazisi olan Medeniyetimizin ve Ecdadımımızın gücünün yeniden anlaşılmasının yolu OKUMAK'tan, okumak da MTO'dan geçmektedir.
Davası Vatan,
Davası Millet,
Davası Bayrak,
Davası Devlet,
Davası Ümmet,
Davası insanlık olanların derdi büyüktür.
MTO tam da bunun için vardır.
#SöylerimGeçerim