Önceki gün Muğla adresli bir haber sitesinde bir kısım vatandaşların aldıkları yüksek para karşılığı bazı
çevre eylemlerine öncülük ettiği yazıyordu. Ben de buna cevap olarak çevrecilerin çoğunun dürüst, iyi
niyetli insanlar olduğunu, fakat gerçeklerden uzak bir dünyada yaşadıkları için kolaylıkla kandırılıp
yanlış eylemlere yönlendirilebileceğini anlattım. Buna kanıt olarak da İstanbul Gezi Parkı olaylarını
gösterdim.
Anında tanımadığım kişilerden tepkiler almaya başladım. Adamlar var güçleriyle yaptıkları çevre
eylemlerinin haklılığını savunuyorlar, kendilerine karşı olanları da rantçı sermayenin uşakları olarak
damgalıyorlardı. Hatta aralarından bir tanesi uzunca bir yazı yazmış. Oldukça düzgün bir Türkçesi var,
anlatımı güzel. Ama ne yazık ki içi boş hikayelerle dolu. Neyse bunu geçelim.
Öncelikle şunu belirteyim, Muğla haber sitesinin söz ettiği çevre eylemcilerini tanımam, bilmem.
Yaptıkları hakkında da bir bilgim olmadığından kendilerini eleştirecek veya savunacak durumda
değilim. Şayet bir suç işlemişlerse yetkililer arayıp, bulup gerekeni yapacaktır.
Gelelim esas konuya; emperyalist Batı dünyayı kendisine egemen kılmak için çeşitli yöntemler
kullanır. Bunlardan birincisi sıcak savaş çıkarmaktır. Ancak günümüzde bu mümkün olmadığı için
başka işler bulunmalıdır. Böl ve yönet en güzel taktiktir. Osmanlıyı böyle parçaladılar. Yugoslavya'dan
yedi devletçik çıkardılar. Şimdi Rusya, Çin ve Türkiye ile uğraşıyorlar. Ama bir tanesi var ki sinsi bir
şeydir, sizden görünüp, yardım ediyoruz bahanesiyle sizi durdurmaya çalışırlar. Bu konuda en çok
kullandıkları araç ise çevre eylemleridir.
Çevre eylemi taraftar bulmak için çok uygun bir ortam sağlar. Çünkü dünyamızda önemli çevre
sorunları vardır ve bunları çözümü için oldukça büyük uğraşlar gerekmektedir. Sorun büyük olunca
bunun çözümü için uğraşacak insanların sayısı da çok olacaktır. İşte Batı sözde çevreci görünümüne
bürünerek bu insanları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı çok iyi becermektedir. Yalnız Batı
değil, yerel çıkar odakları da çevrecileri tetikçi olarak kullanmasını öğrenmişlerdir.
Oyun şöyle oynanır. Batının veya başka güç odaklarının engellemek istediği bir yatırım veya
çalışmanın çevre için zararlı olduğu görüşü ortaya atılır. Bu konuda Batının maaşlı tetikçisi olan bir
kısım bilim adamları hemen ortaya çıkar ve keskin görüşler bildirir. Basın zaten önceden satın
alınmıştır, ayrıca ücret vermeye gerek yoktur. başlar kampanyalar. Bizim saf çevreciler de güle
oynaya, davulla zurnayla oyuna katılır.
Örnek verelim, başta küresel ısınma balonu. 1995 yılında icad edilmiştir. Amaç Çin'in sanayileşmesini
durdurmaktır. Havaya salınan CO2 gazının dünya sıcaklığının artmasına neden olduğu iddia edilmekte,
bu nedenle bu salınımın azaltılması istenmektedir. Teorik olarak doğru olan bu görüş ne yazık ki
dünyaya gelen güneş enerjisinin yıllar arasında önemli farklılıklar gösterdiğini ve ısınma, soğuma gibi
iklim olaylarının temel nedeninin bu olduğunu bilinçli olarak göz ardı etmektedir.
Bir balon da GDO dur. İddiaya göre laboratuar ortamında genetiği değiştirilmiş tohumlardan
üretilmiş tarım ürünleri insan sağlığına zararlıdır. Bu konuda hiçbir kanıt olmamasına rağmen
çevreciler tarafından ısrarla piyasada tutulmaktadır. İşin aslı ABD çiftçisi ile Fransız çiftçisi arasındaki
rekabete dayanmaktadır. ABD'de tarım büyük oranda GDO desteği ile yapılmakta böylece ürün
kalitesi ve verimliliği artmaktadır. Buna karşılık Avrupanın en büyük tarım ülkesi olan Fransada tarım
henüz geleneksel yöntemlerle yapılmakta bu nedenle ABD ile rekabet edememektedir. Bu nedenle
AB hükümetleri GDO ya karşı bir kampanya açmış ve çiftçisini ABD kaynaklı ürün ithalatından
korumaya çalışmaktadır.
Gelelim Türkiyeye, tüm enerji projeleri çevrecilere göre zararlıdır. Örneğin HES ler. Türkiye en büyük
HES projelerini Güney Doğuda gerçekleştirdi. Bunlardan Atatürk Barajı, Ilısu barajı önde gelenleridir.
Özellikle Diyarbakır ve Mardinin ovalarını sulayacak Ilısu Barajının yapılması baraj şantiyesinin PKK
terör örgütü tarafından defalarca basılması sonucu yıllarca sürüncemede kalmıştı. Yine termik santral
projeleri de çevrecilerin karşı çıktığı bir başka alandır. Muğla yöresinde termik santrallara kömür
üretmek için yapılan birkaç yüz hektarlık orman kesimine karşı duran çevreciler aynı bölgede binlerce
hektarlık tarım alanının villa ve lüks konut yapımı için ustaca manevralarla kurban edilmesine ses
çıkarmamaktadır.
Bir de siyanür meselesi var. Bir yerde altın madeni açılacak olsa bizim çevreciler siyanüüür diye
boğazlarını yırtarcasına bağırıyorlar. Siyanürün ne olduğunu sorsan bir tanesi cevap veremez, o da
başka. Neden, çünkü Türkiye altın çıkarırsa zenginleşir, bu da Batının işine gelmez. Yalnız altın değil,
nerede yeni bir maden varsa çevreciler hemen orda bitiveriyor.
Ya bu baz istasyonu meselesine ne demeli. Efendim baz istasyonu insanları kısır yapar, baz istasyonu
ağaçları kurutur filan. Acaba bu hikayeleri de GSM operatörleri aralarındaki rekabet nedeniyle
birbirlerine karşı kullanmak için mi uyduruyorlar. Bilinmez.
Son olarak, çoktandır nükleer karşıtı hareket yok Türkiyede. Halbuki son derece şiddetli olması
gerekiyor. Türkiyenin enerji ihtiyacının % 10 unu karşılayacak, Rusların söz sahibi olduğu Akkuyu
Nükleer Santralı devreye alınmak üzere. Sinop ve İğneadada iki ayrı santral yapımı için de Ruslar ve
diğer birkaç ülke ile görüşmeler devam ediyor. Belki bu sefer de Ruslar çevrecilere susmaları için para
vermiştir. Neden olmasın.