Şizofreni bir ruhsal illettir. Çeşitli şekillerde şöyle tanımı yapılır :
Şizofreni; etkilenen kişinin gerçeklikle bağlantısının belirli bir seviyede kesilmesiyle
gerçekte var olmayan ses, görüntü veya duyuları algılaması; gerçek olmayan
olgulara inanması ve bu doğrultuda anormal ve bazen tehlikeli davranışlar
sergilemesiyle tanınan, kronik bir hastalıktır. Şizofreni hastalığı kişinin yaşam
kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkileyebilir, sosyal yaşamı tamamen engelleyebilir
ve uzun dönemde önemli komplikasyonlara yol açarak yaşamı tehdit edici bir boyut
kazanabilir (medicana)
Şizofreni hastaligi nedir diye sorulduğunda şöyle cevaplanabilir: Düşünme, duyuları
kullanma, davranışlar gibi bazı beyinsel işlevlerde ciddi derecede bozuklukların görüldüğü,
kişinin başkalarıyla iletişim kurmaktan veya gerçeklerden kaçtığı ve kendi dünyasına doğru
iyice çekildiği bir ruhsal hastalıktır. Bu kişilerin düşünce şekillerinde bozukluk
gerçekleşmesiyle bağlantılı olarak davranışlarda da bozukluklar görülür." (nightingale)
Şizofreni, gerçeklik algısının ve gerçekliği yorumlamanın
bozulduğu ciddi bir ruh sağlığı hastalığıdır. Bu durum,
halüsinasyonlar ve sanrıların olduğu, gerçekle hayâl arasında
ayrımın zorlaştığı kronik bir hastalıktır. Şizofreni kişilerin duygu,
davranış ve yeteneklerinin ağır bir şekilde bozulmasına neden
olabilir. (liv hospital)
Demek ki neymiş, şizofreni insanın gerçekle ilişkisinin koptuğu,
düşlediği şeyleri gerçek sandığı ve ona göre hareket ettiği bir
hastalıkmış.
Aynı mantıktan hareketle toplumlar da şizofren olabilir diye
düşünebiliriz. Ülkemizde de gördüğümüz gibi bir kısım toplum
kesimleri hâlâ düşlerinde var olduğunu sandıkları bir Türkiyede
yaşıyorlar. O zaman da gerçeklerle sürekli çatışma haline
düşüp sıkıntı çekiyorlar, ve bu sıkıntıları onları daha da mutsuz
edip karamsarlığa yöneltiyor. Bir başka durumda da düşleyip,
özledikleri geleceğin pek yakın olduğunu düşünerek aşırı mutlu
oluyorlar. Her iki durumda da gerçeklerden kopuk oldukları için
hem kendilerine, hem de çevrelerine zarar veriyorlar.
Dünya büyük bir değişim geçiriyor. Kurulu siyasal ve ekonomik
sistem çöküyor. Buna Türkiye de ayak uydurmak zorunda. ABD
Cumhurbaşkanı Trump durumun farkında. Ülkesinin yıkıntıların
altında kalmasını önlemek için bir dizi alışılmamış önleme baş
vuruyor. Ama bizimkiler olayın farkında değil. Bu adam nasıl
olsa gidecek, eski güzel günlere döneceğiz diye hayal
kuruyorlar. İçerde ise İmamoğlu gibi siyasi ömrünü tüketmiş
birisinin kendilerini kurtarıp feraha çıkaracağını düşünüyorlar.
Bu insanların içinde bulundukları ruh hali konuşma ve tartışma
biçimlerine de yansıyor. Bir tartışmayı düzgün bir şekilde
sonlandıramıyorlar. Tartıştıkları konu gerçeğini anlayamadıkları
için bir yerde tıkanıyorlar. O zaman da belleklerinde bulunan
başka bir konuya atlayarak tartışmayı onun üzerinden
sürdürmeye çalışıyorlar.
Burada vatandaşlara bir önerim var. Ben bu insanlarla
tartışmam. Söyledikleri çok aykırı gelse bile haklısın deyip
geçerim. Çünkü söylediklerine değer verip cevaplamaya
çalışsan sinirlerin bozulur, kötü kişi olursun. İyisi mi eyvallah
edip geçin.
Tehlikeli olan şu ki aynı hastalıkla muztarip toplum kesimleri
dünyada olduğu gibi Türkiyede de bazı kamu yönetimlerinde
söz sahibi. Durumu görüyorsunuz, çöpler toplanmıyor, sular
akmıyor, yolda giden belediye otobüsleri birden tutuşup
yanmaya başlıyor. İşin daha da kötüsü bunların bu zaafından
yararlanan bir kısım çıkarcılar yanlarına mekan tutmuş
diledikleri gibi işleri yönlendiriyorlar. Bir Zelenski Ukraynayı
yakıp tüketti. Gerçi bizim insanımız bu gibilere pek yüz vermez
ama yine de tedbirli olmak gerekir diye düşünüyorum.